6 Kasım 2015 Cuma

Kadınlar ya lezbiyen ya da biseksüeldir

Merhaba,
 
Dün The Telegraph gazetesinde okuduğum bir haber bana çok ilginç geldi ve buradan paylaşmak istedim.
 
Habere göre İngiltere'de Essex Üniversitesi Psikoloji Bölümünden Dr. Gerulf Rieger tarafından yürütülen bir çalışmada 345 kadın üzerinde yapılan araştırmalar sonucu teste katılan kadınların %82'sinin hem kendi cinslerine hem de karşı cinse karşı cinsel olarak uyarıldıkları tespit edildi. Katılımcıların arasında kendisini heteroseksüel olarak tanımlayan kadınların %72'sinin hem erkek hem de kadınlara karşı ciddi olarak uyarıldığı saptandı.
 
Çalışmada teste katılan kadınlara kontrollü bir ortamda hem çıplak kadın hem de çıplak erkek resimleri gösterildi. Kullanılan sistemlerden biri katılımcıların gözbebeklerinin takip edilmesiydi. Cinsel uyarılma belirtisi olarak bilinen gözbebeklerinin genişlemesi izlenerek veri toplandı.
 
 
 
Dr. Gerulf Rieger bu çalışmanın ışığı altında kadınların tamamen heteroseksüel olmadıklarını, biseksüel veya lezbiyen olarak tanımlanmalarını daha doğru olacağını söylemiş. Rieger, sokakta gördüğümüz kadınların giyim veya tavırlarına bakarak cinsel tercihlerinin ne yönde olduğunu anlamamız mümkün değil  diye de eklemiş.
 
Daha önce de burada yazdığım gibi cinselliği bir yelpaze olarak görmek gerektiğine dair bir kanıt daha. Cinsel tercihlerin kişilere göre belli yüzdelerle ifade edilmesi çok daha gerçekçi. Hepimiz heteroseksüel ve homoseksüellik arasında bir yerlerdeyiz, tam ortada duranlar ise biseksüeller. Cinselliğe bu gözle bakmak, zor gelen bazı kavramları daha iyi anlamamıza ve kabullenmemize yardımcı olacaktır.
 
Hep söylediğim gibi kendinize karşı dürüst olun kendinizde bulacağınız farklılıklarla barışın, mutluluğu bu noktada bulacaksınız. Entelektüel zenginlik bu farklılıklardan doğar ve insanlık bu renklilik sayesinde zenginleşir.
 
Sevgiler Melissa

3 Kasım 2015 Salı

Ofis Tuvaletinde Masturbasyon

Merhaba,
 
İş yoğunluğum sebebiyle yazılarıma uzun bir ara vermek zorunda kaldım ama yeniden sizlerle aklıma takılanları paylaşabildiğim için çok mutluyum. Bu kez konu eskiden beri sık sık başıma gelen bir durumla ilgili. İş yerinde libido krizi.
 
On beş yıldan beri ofis  çalışanıyım. İş hayatım plazalarda ve ofis ortamlarında geçti. Beni daha önceki yazılarımdan bilenler bilir, libidosu yüksek, yeni fikirlere açık ve meraklı bir kişiliğim vardır. Dominant ve teşhirci taraflarımı da unutmamak gerekli.
 
Yıllardır çalışırken firma ve mekandan bağımsız olarak  haftada birkaç kez  kasıklarda kasılma ve dalgalanmayla başlayan, çarpıntıyla devam eden ve beni tuvalete sürükleyen krizler yaşamaktayım.  Ortamda veya  zihnimde beni tahrik edecek hiç bir unsur olmasa bile bu ani krizler yıllardır hayatımın bir parçası olmuş durumda.
 
Hafta başında bu krizlerin bir yenisini yaşadığımda bu konuyu paylaşmaya karar verdim. Ben bu ani libido krizlerimi strese bağlıyorum. Stresle başa çıkmak için ihtiyaç duyduğum mutluluk hormonlarını salgılamada işime yaradığını bildiğim mastürbasyon burada devreye giriyor.
 
Nadiren oturduğum yerde bacak bacak üstüne atıp kasıklarımı sıkarak da orgazm olduğumu biliyorum ama genelde bayanlar tuvaleti en çok kullandığım mekan.
 
Bu Pazartesi günü çalışırken ani bir kasılmayla tuvaletin yine beni çağırdığını anladım. Üst üste iki orgazm bana ihtiyacım olan rahatlamayı sağladı... Bu arada bir fotoğraf çekmeyi de ihmal etmedim.
 
 
 

Benim yaşadıklarımın benzerini yaşayan bir arkadaşım daha var ancak çevremde  bu tür tecrübeleri olan başka tanıdığım yok. Bu konuda sizlerin de duyum veya tecrübelerinizi bilmek isterim.
 
Her zaman olduğu gibi farklılığınızın farkında olun ve bununla gurur duyun diyorum. Hayatınızdan renk eksik olmasın.
 
Sevgiler Melissa
 
 
 

14 Temmuz 2015 Salı

Feminizasyon

Merhaba,
 
Yoğunlaşan iş tempom yüzünden bloğumu ihmal etmek zorunda kaldım. Bu arada keyif aldığım pek çok şeyden de uzak kaldım. Geçenlerde gittiğim bir mekanda yeni tanıştığım biri ile sohbetimiz sırasında konuştuklarımızdan yola çıkarak bu yazımda feminizasyon yani dişileşme kavramından bahsetmek istiyorum
 
Bir kaç arkadaşımla birlikte gittiğim eğlence mekanında ayakta sohbet ederken yanıma biri geldi ve ayakkabılarımı nereden aldığımı sordu. Kafamı kaldırmadan önce gözlerimle aşağıdan yukarıya süzerken gördüğüm kadarıyla zarif ve hoş giyimli bir kadındı yanıma gelen ancak soruyu soran ses nazik bir erkek sesiydi. İrkilerek kafamı kaldırdım, gülümseyerek bana bakan elmacık kemikleri belirgin, hafif makyajlı erkek yüzünü gördüm. Son derece sempatik karakterli bu crossdresser ile yaklaşık bir saat sohbet ettik.
 
Kadınları ve kadınlığı ne kadar takdir ettiğini, küçük yaştan beri giyindiğini, şu an ellili yaşlarında olduğunu anlattı. Evliydi ve eşi bu durumu biliyordu. Bu konuda eşinin desteğini görmemişti ama büyük bir sorun da yaşamamışlardı. Çoğunlukla yalnız, zaman zaman da bir kaç arkadaşıyla geceleri eğlenmek için dışarı çıktığını ve genellikle de özellikle crossdresserlara hizmet veren mekanları tercih ettiğini söyledi. Bizim o gece bulunduğumuz mekan Londra'nın popüler gay barlarından biriydi. Buraya da cesaretini toplayıp nadiren geliyordu, hatta bu üçüncü gelişiydi.
 
Eşinin ona destek olmasını ne kadar istediğinden, bir kadının, kadınlık yolculuğunda ona yol göstermesinin ve onu cesaretlendirmesinin onun için her şeyden kıymetli olacağından bahsederken gözleri parlıyordu. Bu gönüllü feminizasyon sürecinde kadınlardan destek ve yakınlık görmenin, kadınların onu kadın olarak kabullenmesinin öneminden konuştuk bir süre. Erkeklerde kadına hayranlığın ve teslimiyetin son aşaması olan kadınlaşma evresinde hayran oldukları ve benzemeye çalıştıkları kadınların onları dışlamasının ne kadar acı olduğundan söz ettik. Ona bunun yetişme sırasında toplumsal yaptırımlar sonucu oturtulan kalıplar ve zorla kabul ettirilmeye çalışılan sözde ahlak kurallarından kaynaklandığını anlattım. Aslında biz kadınların ne kadar güçlü ve doğaya yakın varlıklar olduğumuzdan ve kadın egemen topluluklarda bu tür bir dışlanmanın asla olmayacağından bahsettim. Durumunu takdirle karşıladığımı, kadın olmanın yüceliğini anlamış olmasının çok değerli olduğunu ve farklı olarak görülse de doğru bildiği yolda ilerlemesinin, kişisel mutluluğu ve hayatının anlamı açısından yapabileceği en iyi şey olduğunu anlatmaya çalıştım.
 
Bir tesadüf ile tanıştığım bu güzel insanın resmini çektim ve yüzünü göstermeden sizlerle paylaşmak istiyorum.
 
 
Hep söylediğim gibi farkınızın farkında olun ve farklılığın zenginlik olduğunu unutmayın. Eğer bahsettiğim insanın benimle konuşurken, onu dışlamadığımı, eleştirmediğimi, ötekileştirmediğimi, farkının güzelliğinin bilincinde olduğumu hissettiği için gözlerindeki mutluluğu görebilseydiniz bana hak verirdiniz. Sözüme güvenin, farkınızı ortaya koyun.





Sevgiler,
Melissa
















3 Haziran 2015 Çarşamba

Caitlyn ve Bruce

Merhaba,
 
15 günlük aşırı yoğun bir iş maratonundan sonra akşam dinlenirken bu haberi okudum ve bu konuda kesinlikle yazmam gerek diye düşündüm. Büyük ihtimalle bilirsiniz Kim Kardashian adını... Bruce Jenner kendisinin babasıdır.



Artık biyolojik olarak babası olmuş olsa da fiziksel olarak annesi... Jenner, 1976 yılında Kanada Motreal'de düzenlenen yaz olimpiyatlarında dekatlon dalında altın madalya kazanan bir atlet. Hayatı boyunca cinsiyet karmaşası içinde yaşadığını ve uzun yıllardır crossdresser olduğunu söyleyen Jenner, sonunda bu sene cerrahi müdahalelerle cinsiyetini değiştirdi. Tam bir cinsiyet değişimi operasyonu istemeyen Jenner, cinsiyetin zihinsel bir olgu olduğunu savunuyor. Ailesiyle "Keeping up with the Kardashians" TV şovunda da yer alan Jenner, artık Caitlyn adıyla anılmak istediğine karar verdiğini Ocak ayında açıklamıştı.

Ünlü moda ve yaşam dergisi Vanity Fair, Jenner'ı kadın olarak fotoğrafladı ve son sayısına da kapak yaptı. En sonunda kendisini bulduğunu söyleyen Jenner, fotoğraflarda son derece mutlu, gururlu ve güzel görünüyor.



65 yaşında eski bir olimpiyat şampiyonu, üç kez evlenmiş ve çocuk sahibi birinin üstelik aile fertleri ve televizyon programları sayesinde milyonlarca insanın gözü önünde olan bir kişinin bu cesareti göstermesi son derece anlamlı ve örnek teşkil eden bir davranış.  Medya tarafından tanınan biri olması dolayısıyla kendisi gibi hissedenler için büyük bir destek de sağlamış oluyor. Bu dönüşüm hikayesi sekiz bölümlük bir belgesel olarak yakında televizyonlarda  yayınlanacak.

 
Hissettiği gibi olabilmek ve kendiyle barışık yaşayabilmek mutluluğun bir numaralı şartı. İnsanın içinde sır saklaması gerekmeden, bedeni ve ruhunun uyumlu olduğu şekilde yaşayabilmesi kendi sağlık ve mutluluğu için olmazsa olmaz bir durum.



Bu arada sizce de Jenner kadın olarak daha güzel ve etkileyici olmamış mı? Hakim ve üstün kadın felsefesinin ve neo feminist akımın bir takipçisi olarak cesaretinin ötesinde Jenner'ı doğru cinsiyeti seçmesinden dolayı da ayrıca tebrik etmek isterim. Kadın olmak başka bir hiçbir şeye benzemez, çok büyük bir ayrıcalıktır.
 
Farklı ve farkında olan herkese daha iyi bir dünya için
"Kendinle barış, dünyayla barış!" diyorum.
 
Sevgiler,
Melissa








29 Nisan 2015 Çarşamba

Parkta bir narsist

Merhabalar,
 
Dün öğle arasında kafamı dinlemek ve sandviçimi yemek için iş yerimin yakınındaki sakin bir parka gittim. Normal olamayan bir insan olduğuma bir kez daha inanmamı sağlayacak bir tecrübe yaşadım, aklıma ise narsisizm kavramı takıldı kaldı.
 
Önce narsisizmden biraz bahsetmek isterim. Kişinin kendine hayranlığı, hatta kendine  olan aşkı olarak tanımlanabilecek bir psikolojik durum narsisizm.
 
 
Yunan mitolojisinde Narcissus adındaki yakışıklı bir gencin kendisine aşık olan peri kızı Echo'nun ilgisine karşılık vermek yerine göldeki aksine bakmayı tercih ettiği ve sonunda göl kenarında bir nergis çiçeğine dönüştüğü bir hikayeden söz edilir. Narsisizm adı buradan kalmadır.
 
 
 
Uzun yıllar boyunca psikanalistlerin üzerinde çalıştığı bir psikolojik rahatsızlıktır.
 
Günümüzde primer veya sağlıklı narsisizm kavramı  ile tanımlandığı üzere kendine fazla değer veren ve aşırı özgüvenli olmalarına rağmen başkalarıyla sağlıklı ilişkiler kurabilen ve diğerlerinin düşüncelerine önem veren kişilerin bu rahatsızlığın zararsız bir aşamasında oldukları kabul edilmektedir. Freud bu tür narsisizmin, hayatta kalma ve kendini koruma içgüdüsünün egoist yapısını tamamlayıcı libidosal parçası olduğunu iddia etmiştir.
 
Gelelim benim parkta yaşadıklarıma... Güzel sakin bir köşe bulup çimlere oturdum. Sandviçimi yedikten sonar biraz uzandım. Ayağımdaki babetleri çıkardım, ve ayaklarımı serin çimenlerin üzerinde hareket ettirmeye başladım. İçimde kendi ayaklarıma karşı bir beğeni ve istek uyandı. Ayaklarımı seyrederken  kasıklarımdaki yanmayı fark ettim. Yattığım yerde bacak bacak üstüne attım ve bir yandan yerdeki ayağımı çimlere sürterken diğer yandan havadaki ayağımı seyretmeye koyuldum. Aniden bacaklarımı sıktığımı ve gelen orgazmı fark ettim. Kendimi akışa bıraktım.
 
 
 
Gerçekten çok keyifli ve rahatlatıcı bir park ziyareti olmuştu ancak aklıma, narsist olabilir miyim sorusu takıldı kaldı. Akşama biraz araştırınca primer düzeyde zararsız bir narsist olduğuma karar verdim. Kendime bakmaktan zevk aldığımı bilirdim, hangi kadın bunu sevmez ki diye de düşünürdüm ancak bu tecrübeden sonra durumumu biraz daha farklı görmeye başladım.
 
İnsanın kendini her gün yeniden keşfetmesi çok heyecan verici ve tatminkar bir duygu. Keşfettikleriniz farklılıklarımız da olsa bu farklılıklarımızı sevmeyi ve onlarla yaşamayı bilmemiz gerek, aynı anlayışı başkalarına da göstermeyi unutmamalı tabi...
 
Sevgiler,
Melissa
 
 
 
 

23 Nisan 2015 Perşembe

Metroda bir ayak fetişisti

Merhaba,
 
Bu sabah işe giderken başımdan geçen bir olayı anlatmak istiyor ve hemen başlıyorum.
 
Biraz geç kalmıştım, bahaneyle metronun kalabalığı da epey azalmıştı. Rahat bir vagon bulup oturdum. İşe giderken sevmesem de babet veya bot giyiyorum sonra ofiste ayakkabılarımı değiştiriyorum. Bugün de ayağımda leopar desenli babetler, üzerimde ise ten rengi çorap, kumaş şort ve erkek yakalı gömleğim vardı. Bir kaç durak sonra yirmi, otuz yaşları arasında bir adam trene bindi, biraz etrafına bakınıp karşıma oturdu.
 
Kaçamak bakışlarla ayaklarıma baktığını fark ettim. Bir kez göz göze gelir gibi olduk, utanarak bakışlarını kaçırdı. Yaklaşık yarım saatlik yolum daha vardı, biraz eğlenmeye karar verdim. İşte eğlencenin başlarında trendeki durumun bir fotoğrafı...
 



Babetlerden birini çıkarıp naylon çoraplı ayak parmaklarımı hareket ettirmeye başladım. Ayağımı biraz ileri uzatıyor, parmaklarımı oynatıyor sonra babetimi giyip diğer ayağımla aynı hareketleri tekrarlıyordum. Arada elimle hafifçe ayağımı tutup sıkıyor sonra ayakkabımı giyiyordum. En son ayaklarımı babetlerin üzerine koyup birbirine sürtmeye ve kımıldatmaya devam ettim. 
 
Elindeki içecek şişesini bacaklarının arasına yerleştirdiğini ve bastırdığını fark ettim, heyecandan yüzü hafifçe kızarmıştı. On dakika kadar sonra, kimseye fark ettirmemeye çalışsa da vücudundaki hafif kasılıp gerilmeyi ve verilen derin bir nefesin göğüs kafesindeki hareketini yakalayabildim. Elindeki şişeyi çektiğinde yavaş yavaş kot pantolonuna yayılan ıslak bir leke gördüğümden de eminim. Hızla yerinden kalktı ve gelen ilk durakta inerek gözden kayboldu.
 
İşte bir ayak fetişistinin metrodaki macerası. Daha vagona bindiği anda fark edip kitlendiği tek şey ona cazip gelen cazip bir çift ayak oldu. Ayaklarımın hareketlerine adeta hipnotize olmuşçasına bakarken, onun için zaman ve mekan  kavramları ortadan kayboldu, tek farkında olduğu obje ayaklarımdı. Kontrolü tamamen elinden bıraktı ve boşalana kadar da duramadı. Tipik bir ayak fetişisti davranışıydı.
 
Aslında ayaklarıma bakılması benim için kesinlikle yeni bir şey değil ancak metroda karşımdakinin boşaldığını görmek, bir ilk oldu...
 
Güne mutlu başlamasına vesile olduğum için kendimi tebrik ettim. Ben de mutlu bir şekilde durağımda indim ve günüme ofise varınca giydiğim topuklu ayakkabılarımın üzerinde keyifle devam ettim. Sizlere de bol keyifli günler diliyorum.
 
Sevgiler,
Melissa
 
 
 
 

22 Nisan 2015 Çarşamba

Topuklu terlik

Merhabalar,
 
Yazmayı düşünürken aklıma bu kez de topuklu terlik takıldı... Siz ne düşünüyorsunuz bilmem (bilmeyi çok isterim) ama ben topuklu terliği her zaman çok seksi ve kadınsı bulmuşumdur.
 
1950'lerin kadın giyiminde en güzel yıllar olduğunu düşünüyorum. 50'ler hem kadınsı, hem zarif  hem de  seksi bir kadın modasının hakim olduğu yıllar. Bu yıllarda topuklu terlik yaygın bir model. Pin-up modellerinin poz verirken favorisi. O yılların efsane kadınlarından Marilyn Monroe da topuklu terlik sevenlerden.
 
  
Sonraki yıllarda her nedense topuklu terlik kalitesiz ve seviyesiz bir ayakkabı modeli olarak görülmeye başlanmış. Yavaş yavaş talep azalmış, kullanım alanı evlerle ve yatak odalarıyla sınırlı kalmış.
 
 
 
 
 
 
  
Topuklu terliğe uzun yıllardır merakım var. Ayağın büyük bir kısmını açık bırakarak sergilemesi, bacak bacak üstüne atıldığında havada kalan terliğin parmak uçlarından itibaren serbest kalarak ayak ucunda sallanması, parmak uçlarında
 
kalkarak uzandığınızda topukların ve tabanların tüm ayrıntılarıyla görülmesi, çoğunlukla burnu açık olması sayesinde ojeli tırnakları ve parmakları ortada bırakması gibi avantajlarıyla ayağa baktıran bir ayakkabı topuklu terlik. Rahatlığı ve ayağı terletmemesi ise ayrı bir avantaj.
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Terlik, ister yatak odasında çoraplı, ister sokakta çıplak ayakla giyilsin ilginin ayağınızda olacağının garantisi   

Kendine baktırmayı seven kadının vazgeçilmezlerinden biri olması gereken topuklu terliğin eski günlerine kavuşmasını ve bizlerin moda kaygısı yaşamadan, mağazalarda rahatça çeşitli modellerine erişebildiğimiz günlerin gelmesini diliyorum. Kendi ayakkabı koleksiyonumun içinde bir pek çok topuklu terliğim var. Yazıma eşlik etmesi için  bazılarını giymek ve resimlerini paylaşmak istedim.
 
 
 
Sevgiler,
Melissa
 
 
 
 
 
 
 

31 Mart 2015 Salı

Alışverişten orgazm olmak

Merhabalar,
 
Bugün kendimi alışveriş sırasında kaybettim, sadece o kadarla  da kalmış olsam! Ürünlerinin piyasaya göre ucuz ve kaliteli olduğunu bildiğim bir mağazaya girdim. Kafam hayli doluydu ve biraz da stresliydim. Vitrinde bir ayakkabı görmüştüm ve bir de baharlık bir elbiseye ihtiyacım vardı, hepsi bu... 
 
 
En son hatırladığımda departmanlar arasında elimde alışveriş sepetim dolaşıyordum. O an itibarıyla sepetimde beğendiğim ayakkabı ve bir de hoşuma giden bir elbise vardı. Tekrar kendime geldiğimde deneme kabinindeydim ve orgazm olmak üzereydim. Bu bir söz oyunu veya benzetme değil, gerçek orgazmdan bahsediyorum. Kabinde yanımda dolu bir sepet ve üzerimde yeni aldığım giysilerden biri vardı ve ben kasıklarımı öyle sıkmıştım ki, geri dönülemez noktada olduğumu fark etmemle, orgazm olmam arasında ancak bir saniye  geçti.
 
 
 

 
İnanamadım, başıma ilk kez gelen bir durumdu bu. Saate baktığımda, sepette iki parça eşya olduğunu hatırladığım anın üzerinden bir buçuk saat geçtiğini fark ettim. Sepetimde ise   on iki parça eşya vardı. Sepetimi ne zaman doldurduğumu, kabine ne zaman girdiğimi, ne kadar süredir burada olduğumu, gereksiz sesler çıkarıp çıkarmadığımı bilmiyorum. Ancak o kadar keyfim yerindeydi ki  yüzümde sinsi bir gülümsemeyle kabinden çıktım ve pişman olmadan önce hızla kasaya gidip hepsini satın aldım. Neler almamışım ki, bir çift ayakkabı, bir çanta, bir şapka, bir tayt, bir elbise, bir bluz, bir ceket, iç çamaşırı...
 
 
 
 
Şu an çok pişmanım ama sadece harcadığım paraya üzülüyorum. Aldıklarımı beğendim. Alışverişten orgazm olunabildiğini de bu yaşta öğrenmiş oldum. Yaşadığım tecrübeden gerçekten keyif almışım, bundan eminim  çünkü tekrarını yaşamak isteyebileceğimi düşünüyorum. Siz siz olun stresliyken, kafanız dağınıkken, ucuz olduğunu bildiğiniz veya indirime girmiş büyük bir mağazaya girmeden önce bir kez daha düşünün. Çok keyifli olabilir, hatta gereğinden fazla keyifli...
 
Sevgiler,
Melissa

13 Mart 2015 Cuma

Londra'dan ilk izlenimler

Merhabalar,
 
Bilenleriniz vardır, bilmeyenler için söyleyeyim, iş değişikliği sebebiyle Londra'ya taşındım. Çok yorucu bir ay geçirdim. Tekrar yazma fırsatı bulduğum için şu an çok mutluyum. Ancak kafama takılan bir konu var; acaba bloğumun adını "Londra topuklarımın altında" olarak değiştirmeli miyim? Şakayı bırakayım da size bir şeyler anlatmaya başlayayım.
 
 
 
İngilizler gerçekten de anaerkil bir millet. Türkiye ne kadar erkek egemen bir ülkeyse burası da o kadar kadın egemen diyebilirim. Bence  burada pagan kültürünün etkisi hala sürüyor. Kadınların gücü hala belirgin derecede fazla. Tam yerine geldim anlayacağınız.  Elbette istisnalar kaideyi bozmaz diye de ilave etmeliyim.  Gözlemlerim ve duyumlarımdan anladığım kadarıyla erkekler kadınlara karşı genelde daha zayıf. Evlenen erkekler, eşinin adeta kölesi oluyor, evli olmayanlar ise bağlanmaktan o kadar korkuyorlar ki şaşırır kalırsınız. Evlenmeyi bırakın, duygusal bir ilişkiye başlamak bile bir sorun buradakiler için. Özellikle tekrar vurguluyorum "duygusal bir  ilişki", yoksa tek gecelik ve cinsellik odaklı ilişkiler çok yaygın burada.
 
Türkiye'de kendimi iri sanıp zaman zaman sıkıntı yapardım. Alt tarafı  boyum 172cm ayaklarım da 40 numara, bir sorunum yokmuş diyorum şimdilerde. Burada kadınla erkeğin boy ortalamaları neredeyse aynı! Şaka bir yana burada uzun veya büyük ayaklı değilim artık. Ayakkabı mağazalarında  43-44 numaraya kadar kadın ayakkabısı bulabilirsiniz. Sokaklarda kilolu kadın da çok ve kilolu kadınlar istedikleri gibi giyiniyorlar, takdir edilesi bir durum.
 
Burada büyük göğüs revaçta, bizde kalça daha önde gibiydi sanırım. Bu açıdan doğru yerde olmadığımı söylemeliyim. Ancak güzel, biçimli ve düzgün bacak az... Bu da benim için bir artı sanırım. Kadınlarda yüzler daha naif ve zarif, elbette ki gözler de açık renk, hele kız çocuklar porselen oyuncak gibiler. Ancak kalın dudak daha nadir, ciltler ise çok açık renkli olduğundan oldukça sorunlu.
 
Giyim meselesine gelince, çok rahatlar, gündelik hayatta isteyen istediğini giyiyor ancak davet, yemek, toplantı, sosyal ve kültürel etkinliklerde ciddi bir giyim adabı var... Özellikle Cuma ve Cumartesi akşamları gece hayatı için şehir merkezine akan kalabalıklarda dekolte nasıl olurmuş görme şansınız da var. Ben Türkiye'de fazla cesur giyinmekle suçlanan biriydim ancak burada sıkıntı yaşayacağımı hiç sanmıyorum. İlginç diğer bir nokta ise güneşe hasret olunduğu için havanın soğuk olmasına bakmadan herkesin kolunu, bacağını açıp geziyor olması, ayaklarında çorap bile yok çoğu zaman. Yine de siz de benim gibi naylon çorap seven bir kadınsanız, burada  yılın on iki ayı çorap giymek mümkün, tam bir naylon çorap cenneti. 
 
Şimdilik benden bu kadar. İlk anda ilgimi çeken bazı konuları hızlıca toparlayıp  sizlerle izlenimlerimi bir an önce  paylaşmak istedim. Aklıma takılanları yazmaya devam etmenin dışında zaman zaman burada yaşadıklarımı ve gördüklerimi sizlerle paylaşmayı da sürdüreceğim.
 
 
Sevgiler,
Melissa
 

27 Ocak 2015 Salı

Erkek doğup, kadın olarak efsane olanlar!

Bu özet kullanılabilir değil. Yayını görüntülemek için lütfen burayı tıklayın.

Burlesque

Merhaba,
 
Geçen akşam seyrettiğim bir belgesel, uzun süredir yazmayı ertelediğim bir konuyu yeniden gündemime taşıdı: Burlesque (Burlesk okunuyor)...
 
 
 
17. yüzyıldan itibaren kullanılmaya başlanan terim sözlükte "ciddi meseleleri ve bu konularda çalışan insanları karikatürize eden, dalga geçen, abartılı teatral bir gösteri" anlamına geliyor. 18. ve 19. yüzyıllarda Victoria döneminde İngiltere'de popüler hale gelen burlesk gösteriler yüksek ve alçak burlesk olarak ikiye ayrmış. Alaycı parodiler şeklinde devam eden bu teatral gelenek 19. yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyılın başlarında İngiltere'deki etkisini kaybediyor ancak Amerika'ya sıçrayan burlesk çılgınlığı burada boyut değiştiriyor.
 
 
 
Amerikan burlesk adıyla bilinen bu yeni akımda içerik yavaşça parodilerden, varyete şovlarına ve revülere doğru kayıyor. Müzikli, gösterişli teatral bir striptiz gösterisi haline gelen burlesk 1960'lı yıllardan sonra cazibesini kaybediyor ve ana akım bir gösteri olmaktan çıkıyor.
 
 
 
Son yıllarda yeniden canlanan burlesk dünyası yeni bir soluk taşıyor. Strip yani soyunma kısmından kurtulan gösteriler daha çok tease yani sataşmak, heyecanlandırmak üzerine kurulmaya başlanıyor. Zengin kostümler, dans koreografileri, müzik ve eğlenceli şovlarla bezeli günümüzde popülaritesi gittikçe artmakta olan bu akıma neo-burlesk adı veriliyor.
 
Porno endüstrisinin gelişmesi ve internet aracılığıyla erişiminin kolaylaşması, televizyon kanallarının ve program çeşitliliğinin artması bu harika gösteriyi gözden düşürmüş olsa da günümüzde burlesk kavramının felsefesini bilen sanatçılar tarafından gerçekleştirilen performanslar, burleskin değerinin tekrar anlaşılmasını sağlıyor.
 
 
 
Burlesk eski feminist akıma göre kadının değersizleştirilmesi ve meta haline getirilmesi olarak algılanmış ancak yeni feminizm anlayışı bunun tam tersini söylüyor.
 
 
 
Burlesk, kadınlığı, duygusal zeka ve vücut estetiğini kullanarak yücelten bir gösteri. Erkeklerin istemsizce teslim oldukları sahnedeki kadını  bir kraliçe, bir tanrıça seviyesine yükselten, kadını olması gereken yere taşıyan bir performans şekli. Vücudunu, mimiklerini, kostümlerini ve aksesuarlarını en doğru şekilde kullanarak içindeki kadınlığı dışarıya çıkartan, onu izleyenlere aktaran ve hayran bırakan tüm burlesk sanatçılarına en içten saygılarımı sunuyorum. İster kadın ister erkek olun, kadın olmanın ne demek olduğunu ve bir kadının nelere kadir olabileceğini, kadın estetiğinin ve teatral yeteneğinin hipnotize edici gücünü sergileyen bu gösterilerden birine fırsat bulunca mutlaka gidilmeli diye düşünüyorum. Son olarak sizlere günümüzün en popüler burlesk gösterilerinden birinin linkini vermek istiyorum:
 
 
Sevgiler,
Melissa
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

12 Ocak 2015 Pazartesi

Irene Adler

 
 
Merhaba,
 
Bu kez bir karakterden bahsetmek istiyorum. Sir Arthur Conan Doyle'un Sherlock Holmes hikayelerinde geçen bir karakter. Adı Irene Adler. Zekası, güzelliği ve yaratıcılığı sebebiyle Sherlock Holmes'un hayranlığını kazanan bir kadın.
 
Bu karakter defalarca televizyon ve sinemada canlandırılmış ancak ben dikkatinizi 2012 BBC yapımı Sherlock Holmes dizisinde Lara Pulver tarafından canlandırılmış olana çekmek istiyorum.
 

 
 
Buradaki Irene Adler karakteri üst tabaka müşterilere hizmet sunan bir Dominamatrix olarak tasarlanmış. Orijinal karakterin aksine bu karakter Amerikalı değil İngiliz. Dizide elinde Kraliyet Ailesine mensup biriyle ilişkisine ait belgeler ve daha pek çok gizli ve önemli doküman bulunduran bir karakter. Bunların hepsi şifreli bir cep telefonunda saklı. Dizide Sherlock'la aralarında ciddi bir aşk olduğu ima ediliyor.
 
 
Kimsenin entelektüel anlamda hele de cinsel anlamda ilgisini çekmeyi başaramadığı Sherlock Holmes'un aklını başından alan bu karakteri mutlaka izlemelisiniz. Ölümüyle Sherlock'u derin bir depresyona sokan ve uyuşturucu alışkanlığına geri dönmesine sebep olan bu karakter eminim aklınızı başınızdan alacak.

 
 
 
 
Kadın cinselliği, üstünlüğü ve baskınlığını son derece etkileyici bir şekilde ekrana taşıyan bu karakteri seyir listenize ekleyin derim. Baskın karakterli bir kadın olsanız dahi aşık olabileceğiniz bir karakter bence... Aman kimse duymasın!
 
Kadın üstünlüğünün farklı boyutlarında  tekrar buluşmak üzere...
 
Sevgiler,
Melissa
 
 
 

9 Ocak 2015 Cuma

Viktoria Modesta



Merhaba,
 
Bu kız bir harika! Bahsettiğim kişi Viktoria Modesta. 2012 Paralimpik oyunlarının kapanış töreninde yer alan bir sanatçı. Kadınların ne kadar cesur, güçlü ve yenilikçi olduklarının bir kanıtı. Engellilerin ise yeni ilham kaynaklarından biri.
 
 
Kendisi 1987, Letonya doğumlu. Doktorların ihmalkarlığı sebebiyle doğumdan sonra hastanelere çok defa girip çıkmasına rağmen çözülemeyen ve   kalıcı bir probleme dönüşen sol bacağını zorunluluk olmamasına rağmen kendi isteğiyle 2007 yılında dizinden itibaren kestirmiş.
 
Modellik ve şarkıcılık yapan Modesta, ailesiyle Londra'ya taşındıktan sonra müzik eğitimi almış ve şarkıcılık, tasarım ve modellik dünyasına adımını atmış.  Buradaki fetiş dünyasında kendine bir isim yapmış. 2009 yılında Londra Moda Haftasında müziği ve tasarımlarıyla sahne almış. 2010 yılında Londra'da sözleşmesi olmayan en iyi altı sahne sanatçısından biri seçilmiş. 2012 de ilk single ı yayınlanmış. 2014 yılında "Born Risky" -Riskli Doğan- isimli kampanya dahilinde çekilen bir kliple televizyonlarda boy gösteren Modesta, eski moda sıkıcı etik tartışmaların bittiğini ve engeller konusunda ancak merak, takdir ve ilham yoluyla ileri gidilebileceğini söylemiş.


 


Bir kez daha tüm dünyaya kadının gerçek gücünü ve üstünlüğünü kanıtlayan Viktoria'ya teşekkürler. Sizlerin de onu tanımanızı ve takip etmenizi isterim. Son olarak sizlerle kampanya için çekilen klibinin linkini paylaşıyorum. İyi seyirler.
 
http://youtu.be/jA8inmHhx8c
 
Sevgiler,
Melissa

Sanal Sahibe

Merhaba,
 
Çok uzun zamandır fırsat bulup yazamadım. Bu arada aklıma takılan çok sayıda kavram, olay ve kişi oldu.  Bu yazıda sanal sahibelik kavramından bahsetmek istiyorum.
 
Öncelikle sahibe-köle ilişkisi hakkında bir tespit yapmak isterim. İlişkide köle, fiziksel, zihinsel ve finansal anlamda sahibesine teslim olmak arzusundadır. Bu üç teslimiyet şekli bir arada olabilir de olmayabilir de. Kölenin bu teslimiyet ve itaat arzuları sanal ortamda neredeyse gerçek dünyadaki kadar tatmin edilebilir.



Sanal ortamda, zihinsel anlamda kölenin teslimiyetini sergilemek ve değersizliğini vurgulamak hiç de zor değildir. Sahibe veya köle görsel, işitsel veya yazı ile ifade edilecek şekillerde sosyal medya veya özel web siteleri aracılığıyla kölenin aidiyetine, acizliğine, teslimiyetine, itaatkarlığına dair paylaşımları çok geniş bir kitleye ulaştırabilir. Bu iki taraf için de fazlasıyla tatminkar olacaktır.

Fiziksel teslimiyet konusunda kölenin fiziksel acı çekme ve aşağılanma ihtiyacı sanal ortamda sahibenin yönlendirmesiyle kısa ve uzun vadeli projeler şeklinde gerçekleştirilebilir. Zindan aparatları, oyuncaklar ve giysiler sahibenin istediği şekilde ve istediği süre ile kullanılmalı, belirlenen zamanlarda gönderilecek resim veya videolarla sahibeye ispat sağlanmalıdır.

Finansal teslimiyet sanal ortamda sahibe için yapılacak hediye amaçlı alışverişleri veya para gönderilmesini içerebilir.

Görüntü, ses, ve metin yoluyla iletişiminin günümüzde bulunduğumuz yerden rahatça kullanılabilmesi büyük bir avantajdır. İstenen gizlilik seviyesinin ki bu kimliği tamamen gizlemeye kadar olabilir, sağlanması sanal ortamda mümkündür. Gerçek hayatta insanları arzularını gerçekleştirmekten alıkoyan ciddi risklerin büyük bir kısmı evden ayrılmadan bu şekilde elimine edilebilir.

Bu kavram gün geçtikçe yaygınlaşmakta ve kabul görmektedir. Webde gezinirken bu konuda kullanılmak üzere hazırlanmış bazı yazılımlara bile rastladım:
http://www.virmst.eu/

Kişinin ihtiyaçlarına hizmet ettiği sürece güncel teknolojilerden faydalanmak gerektiği inancındayım. 
 
Kölelerin veya sahibelerin ellerinin altındaki imkanları kendi mutlulukları için kullanmaları yanlış olmayacaktır diye düşünüyorum.
 
Çok kısa sürede tekrar görüşmek üzere,
 
Sevgiler, Melissa